01 Ekim, 2006

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'in, TBMM'nin 22. Dönem Beşinci Yasama Yılı'nın açılışında yaptığı konuşmanın tam metni.

Sayın Başkan,
Sayın Milletvekillleri,

Sizleri, Yeni Yasama Yılı'nın başlangıcında üstün başarı dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, bu yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum.

Laik ve demokratik rejimimizin temel kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, açıldığı günden bu yana tarihsel sorumluluk üstlenmiş, varlığı ve çalışmalarıyla Ulusumuza güven vermiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüş, Cumhuriyet'i kurmuş, devrimlerin altyapısını oluşturmuş, Atatürk Cumhuriyeti'nin değiştirilemez nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve kurallarıyla işlemesi, yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Türkiye, Ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün, O'nun izinden ilerleyen kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla, çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda önemli aşama kaydetmiştir.

Sahip olduklarımızın değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak, bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar düşmektedir...
(Devamı: http://www.cankaya.gov.tr )

23 Ağustos, 2006

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ BU DEMEK

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, basın özgürlüğünün belli ölçülerde abartmaya hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerdiğine işaret ederek, gazetecilerin ve yazarların yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da nesnel bir açıklamayla destekleniğinde bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğini vurguladı.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun basın özgürlüğüne ilişkin tespitleri de içeren kararı gazeteci Tuncay Özkan aleyhine eski İçişleri Bakanı Saddettin Tantan'a “görevinden dolayı basın yolu ile adiyen tahkir” suçundan açılan dava sürecinde verdi.

Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Özkan'ın beraatine karar verdikten sonra, hüküm, katılan (şikayetçi) Tantan vekilleri tarafından temyiz edilince dosya Yargıtay 4. Ceza Dairesine gitti. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Özkan'ın dava konusu yazı dizisinde Tantan'ı ”görevinden dolayı küçük düşürücü değer yargıları içerdiği ve eleştiri sınırlarını aşarak kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu gözetilmeden” yetersiz gerekçeyle beraat kararı verildiğine işaret ederek, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 4. Ceza Dairesinin bu kararına itiraz ederek, yerel mahkemenin beraat kararının onanmasını istedi. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Başsavcılığın itirazını kabul ederek, 4. Ceza Dairesi'nin bozma kararını kaldırdı ve yerel mahkemenin beraat kararını oy çokluğu ile onadı.

Genel Kurulun kararında, 20-21-22 ve 23 Nisan 2001'de Milliyet Gazetesi'nde dönemin İstanbul Valisi ile İstanbul Emniyet Müdürü arasında baş gösteren anlaşmazlıkları öğrenen ve Vali'nin dönemin İçişleri Bakanı'na yazdığı yazıya ulaşan Özkan'ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde “Rüşvet Yolsuzlukla Mücadele Büro Amirliği” adıyla kurulmak istenen yeni yapılanmanın yazılarında eleştirdiği kaydedildi.

“YAZI BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİ”

Yazı dizisinin bütünün değerlendirme dışı bırakarak, içerisinden bazı sözcükler tek tek alınmak ve bu sözcüklere olumsuz anlamları açısından bakılmak suretiyle sonucu varılamayacağı belirtilen kararda, basın özgürlüğüne yönelik şu tespitlere yer verildi:
“Yargılama konusu haber ve yorum metinlerindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Esasen, eleştirinin sert bir uslupla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir.

Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler 'polemik' niteliğinde olsa da nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez. Kaldı ki, kamu görevinde bulunan veya talip olanların, diğerlerine oranla daha sert eleştirilere muhatap olması da doğal karşılanmalıdır.

Somut olayda, haber ve yorumların kaynağı, yapılma nedeni, açıklama yapan ve hakkında açıklama yapılanların toplumdaki konumları, tüm yazıların içeriği dikkate alındığında, sanığın siyasi bir kişilik olan katılanın görevinden kaynaklanan uygulamalarını 4 gün boyunca devam eden yazı dizisinde, polemik yaratan ve rahatsız eden bir üslupla sorgulayıp, sert, ağır ve çarpıcı biçimde kamuoyunun bilgisine sunduğu, ancak eylemin katılanı görevinden dolayı aşağılama, küçültme boyutuna ulaşmadığı anlaşılmaktadır.”

22 Ağustos 2006

09 Ocak, 2006

SEZER'DEN HUKUK DERSİ: 15 YENİ ÜNİVERSİTEYE VETO

T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI
SAYI : B.01.0.KKB.01-18/A-2-2006-23 09 / 01 / 2006
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
İLGİ: 02.01.2006 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-17175/44499 sayılı yazınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 30.12.2005 gününde kabul edilen 5447 sayılı "Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir.İncelenen Yasa'nın geçici 1. maddesinde,"Bu Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörleri iki yıl için, Milli Eğitim Bakanı ve Başbakanın önereceği üç isim arasından Cumhurbaşkanınca atanır."düzenlemesine yer verilmiştir.Düzenlemede, yeni kurulacak üniversitelerin kurucu rektörlerinin Milli Eğitim Bakanı ve Başbakanın önereceği üç isim arasından atanması öngörülmektedir.Anayasa'nın 130. maddesinin altıncı fıkrasında, yasada belirlenecek yöntem ve ilkelere göre, rektörlerin Cumhurbaşkanı'nca seçileceği belirtilmiş; 104. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin son alt bendinde de, rektörleri seçmek Cumhurbaşkanı'nın yürütme alanına ilişkin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.Bu kurallarda rektör adaylarının nasıl önerileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığına göre, bu düzenlemenin yasayla yapılacağı açıktır.Ancak, yasayla yapılacak düzenlemenin, diğer ilgili anayasal kuralların özüne ve kamu hizmetinin gereklerine uygun olması gerekmektedir.Anayasa'nın 130. maddesinin birinci fıkrasında, üniversitelerin,-Çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan düzen içinde ulusun ve ülkenin gereksinimine uygun insangücü yetiştirmesi amacı ile eğitim, öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere,-Kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olacak, öğrenim ve öğretimin bu özgürlük ve güvence içinde yürütülmesini sağlayacak biçimde,yasayla kurulacağı belirtilmiştir.130. madde gerekçesinde de, yasaya bırakılan konuların "bilimsel özerklik" ilkesi gözönünde bulundurularak düzenlenmesi gerektiği vurgulanmıştır.Anayasa'da yer verilen kurucu öğeler, aynı zamanda üniversitelerin görev alanını belirlemekte, işlevini ortaya koymaktadır.Üniversitelerin bu görev ve işlevinin niteliği, bilimsel ve akademik çalışma ve etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle, her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve bilimsel saygınlıklarının korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.Çünkü, üniversiteler akademik nitelikleri nedeniyle tüm çalışmalarında bilimsel ölçütleri gözönünde bulundurmak, nesnel ve yansız olmak zorundadır. Bunu sağlamanın yolu ise, yükseköğretim dışı kurumların, özellikle siyasal erkin, yönetimin herhangi bir evresinden başlayarak bilimsel çalışmaları etkileyecek tüm aşamalardan uzak durmasından geçmektedir.Anayasa koyucunun üniversiteleri bilimsel özerklik ve kamu tüzelkişiliği ile donatması, yükseköğrenime verilen önem ve değerin sonucudur.Gerek bu önem ve değer, gerek rektör seçimi yetkisinin Cumhurbaşkanı'na verilmiş olması, üniversitelerin bilimsel özerkliklerinin yönetsel özerkliği de içerdiğini anlatmaktadır.Çünkü, bilimsel özerklik, belirli sınırlar içinde serbestçe karar alıp, bu kararları uygulayabilmeyi; başka bir deyişle, verilen görev alanı içinde kalmak koşuluyla, üniversite dışı yönetsel birimlerin ve siyasal erkin karışması olmadan, işleyişini kendisinin yönlendirebilmesini gerektirmektedir. Başka bir deyişle, bilimsel özerklik yönetsel özerkliği de içermektedir. Yönetsel özerklikle bilimsel özerklik birbirini tamamlamakta, yönetsel özerklik olmadan bilimsel özerklikten sözedilmesi anlamsız kalmaktadır.Bu niteliği ile bilimsel ve yönetsel özerklik, üniversite yönetiminin karar alma sürecinde herhangi bir baskı, telkin ya da tavsiye ile etki altına alınmalarını önleyerek, yansız görev yapabilmelerini sağlamakta ve onlara görevlerini yürütebilecekleri bir hukuksal güven ortamı yaratmaktadır.Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, hukuk güvenliğinin ve adaletin sağlanmasına yönelik hukuk anlayışını yansıtmaktadır.Hukuk güvenliği ve adalet kavramları ile istikrar ve özerklik arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Hukuk güvenliği ve adalet, çağdaş kamu yönetimi anlayışında, istikrar olgusunun temelini oluşturmaktadır.Hukuk güvenliği, kamu görevlileri yönünden önemli bir güvencedir. Bir anayasal kurumun seçilip atanmış üyeleri sözkonusu olduğunda bu güvence daha da önem kazanmaktadır. Bu güvence, yükseköğretimde çok önemli işleve sahip rektörlerin seçilme evresinde siyasal iktidarın karışmasına engel oluşturmaktadır.Öte yandan, Anayasa'nın 131. maddesinin birinci fıkrasında, üniversite öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerini yönlendirmek, üniversitelerin yasada belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını ve geliştirilmesini, üniversitelere ayrılan kaynakların etkili biçimde kullanılmasını sağlamak amacı ile bir Yükseköğretim Kurulu kurulacağı belirtilmiştir.Anayasa'nın 131. maddesinde yer verilen Yükseköğretim Kurulu'nun kuruluş öğeleri, aynı zamanda Kurul'un görev ve yetki alanını da belirlemekte ve yükseköğretimin planlanması, düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi ile eğitim, öğretim, bilimsel etkinliklerin yönlendirilmesi Yükseköğretim Kurulu'nun görev ve yetki alanına girmektedir. Bu alan, üniversiteleri yönetecek, eğitim ve öğretimi sürdürecek, bilimsel araştırmaları yönlendirecek yönetimin oluşturulmasını da kapsamaktadır.Yukarıda yer verilen anayasal kurallar ve yapılan açıklamalar eğitim ve öğretimde olduğu kadar yükseköğretim kurumlarının yönetim organlarının belirlenmesinde de görev ve yetkinin Yükseköğretim Kurulu'nda olması gerektiğini göstermektedir.Nitekim, bu gerekçelerden hareketle, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın 13. maddesi ile, rektör adaylarını belirleyip önerme yetkisi Yükseköğretim Kurulu'na verilmiştir.Bu nedenle, incelenen Yasa'nın geçici 1. maddesinde, yeni kurulan üniversitelerde kurucu rektör adaylarının Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan'ca belirlenmesinin öngörülmesi, üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerklikleriyle, Yükseköğretim Kurulu'nun Anayasa'da belirlenen görev ve yetkileriyle bağdaşmamakta, hizmetin gereğine ve kamu yararına uygun düşmemektedir.Kuşkusuz, kurucu rektör adaylarının belirlenmesinde, önceki yasalarda benzer düzenlemelerin yapılmış olması, incelenen Yasa'nın geçici 1. maddesinin hukuka ve Anayasa'ya uygunluğunu göstermemektedir.Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5447 sayılı "Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun", geçici 1. maddesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa'nın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet Necdet SEZER
CUMHURBAŞKANI