05 Nisan, 2010

ÜNİVERSİTELERİ BÖLÜMLER YÖNETİR

YÖNETİM GÖREVİNDEN AYIRMA CEZASI İPTALİ ÖNEMLİ SONUÇLAR DOĞURDU

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Veysel BATMAZ hakkında dekan Suat GEZGİN tarafından verilen soruşturma açılması talebi; eski rektör Mesut PARLAK’ın onayı ve SBF dekanı Naz ÇAVUŞOĞLU’nun soruşturma sonucundaki ceza teklifi ile 25.12.2008 tarihinde 42 sayılı Disiplin Kurulu kararı ile verilen “Yönetim Görevinden Ayırma” cezası, T.C. İstanbul 5. İdare Mahkmesi’nin 2009/2060 sayılı kararı ile 21.12.2009 tarihinde İPTAL edildi. Taraflara bu karar 20.02.2010 tarihinde tebliğ edilerek yürürlüğe girdi.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nün hukuki Başkanı bu tarihten yana Prof. Dr. Veysel BATMAZ’dır.

Kararın tarihsel bir de yönü vardır:

Ceza, Prof. BATMAZ’a, her Bölüm Başkanlığına yeniden Mahkeme kararları ile iade edilmesinin ardından (buradaki son karar üçüncü karardır), (ilki 2005’te olmak üzere üç kez) yazdığı Dekan tarafından bölüm elemanlarına yapılan görevlendirmeleri iptal ettiğini bildiren yazılar nedeniyle Bölüm içinde huzursuzluk yarattığı ve öğretim elemanlarını Dekan tarafından verilen görevlendirmeleri iptal ederek tedirgin ve huzursuz ettiği ve kendi başına Bölümü yönetmek istediği nedeniyle verilmişti. İdarenin iddiası, Bölüm’ü Rektör veya Dekan’ın yöneteceği, Bölüm Başkanı’nın da bu iki kişinin vereceği kararlara riayet etmekten başka seçeneğinin bulunmadığı yönündeydi.

Mahkeme ise, sözkonusu yazının “2547 sayılı Kanunun verdiği görev ve yetki kapsamında kaleme alındığına” hükmetti. (Ayrıntıları yukarıdaki karar metninden okuyabilirsiniz; lütfen resimlerin üzerini tıklayarak masaüstüne kopyalayıp okunabilir veya basılabilir şekle ve büyüklüğe getirin. Karar metninde ayrıca Prof. BATMAZ'ın görevlendirmelerin iptali yazısının tam metnine de Mahkeme yer vermiştir.)

Bu tarihi karar açıkça, Prof. Dr. Veysel BATMAZ’in, “2547 sayılı Yasa’ya göre üniversiteyi Bölüm ve Ana Bilim Dalı Başkanları yönetir” şeklindeki görüşlerinin idari uygulamaların temel kaynağı olan yargı tarafından da doğrulanması sonucunu doğurmaktadır ki, artık üniversiteler Bölümler tarafından yönetilecektir. Aksi uygulamalar, hukuka ve yasaya aykırıdır.

Bu yargı kararı Anayasal ve yasal sürenin geçmesine karşın (tebliğden sonra 30 gün) İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü tarafından uygulanmamıştır. Ancak, yeni Rektörün bu konuda hiç bir dahli bulunmaması ve bu cezanın Suat GEZGİN, Mesut PARLAK ve Naz ÇAVUŞOĞLU üçlüsü tarafından hazırlanan danışıklı komplo neticesinde alınmış olmasından dolayı, Prof. Dr. Veysel BATMAZ, yasal hakları mahfuz kalmak üzere, şimdilik yargıya suç duyurusunda bulunmayacaktır.

Bu kararın, Prof. Dr. Veysel BATMAZ’a idari bir makamı yeniden vermesinin ve verilen bir tecziyenin kaldırılmasının kişiselliğinin çok ötesinde, 2547 sayılı Yasanın tarihinde belki de ilk kez, Üniversitelerin Bölüm Başkanları ve Bölüm Başkanlarını yazılı görüşleri ile belirleyen Ana Bilim Dalı Başkanları tarafından yönetilmesini hukuki hükme bağlamış olması sonucu, HUKUK İÇİNDE ve HUKUKA UYGUN ÜNİVERSİTE yolunda atılmış önemli ve yeterli bir sonuçtur. Bütün rektörlüklerin bu Mahkeme kararına uyması gerekmektedir.

BU KARARIN TARİHİ SONUCU ÖZETLE ŞUDUR: 2547 sayılı Yasa'nın 21. maddesinde yer bulan "Bölüm, Bölüm Başkanlarınca yönetilir" amir hükmü sonucunda ve İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nin bir işlem hakkında verdiği yukarıda zikredilen kararına göre, Üniversitede alınan tüm kararlar Bölümlerce onaylanması sonucunda uygulanabilir olur. Bölümlerde görevlendirmeler sadece ve sadece Bölüm Başkanlarınca yapılabilir. Kadro atamaları veya talepleri Bölüm Başkanınca onaylandığı sürece hükmi güce kavuşur. Eleman atamalarında Rektörlük tasdik makamıdır. Atama öneremez, önerilen atamayı hukuksal gerekçeli ret edebilir. Geçici görevlendirmeler dışında Bölümlere münhasıran görevlendirme yapamaz (13b-4 maddesi de iki kez Danıştay'ca iptal edilmiştir.) Dekanlık, denetmen ve koordinatördür, idare makamı değildir. Kurul kararlarını uygular (2547/16).


01 Ekim, 2006

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'in, TBMM'nin 22. Dönem Beşinci Yasama Yılı'nın açılışında yaptığı konuşmanın tam metni.

Sayın Başkan,
Sayın Milletvekillleri,

Sizleri, Yeni Yasama Yılı'nın başlangıcında üstün başarı dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, bu yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum.

Laik ve demokratik rejimimizin temel kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, açıldığı günden bu yana tarihsel sorumluluk üstlenmiş, varlığı ve çalışmalarıyla Ulusumuza güven vermiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüş, Cumhuriyet'i kurmuş, devrimlerin altyapısını oluşturmuş, Atatürk Cumhuriyeti'nin değiştirilemez nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve kurallarıyla işlemesi, yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Türkiye, Ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün, O'nun izinden ilerleyen kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla, çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda önemli aşama kaydetmiştir.

Sahip olduklarımızın değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak, bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar düşmektedir...
(Devamı: http://www.cankaya.gov.tr )

23 Ağustos, 2006

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ BU DEMEK

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, basın özgürlüğünün belli ölçülerde abartmaya hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerdiğine işaret ederek, gazetecilerin ve yazarların yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da nesnel bir açıklamayla destekleniğinde bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğini vurguladı.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun basın özgürlüğüne ilişkin tespitleri de içeren kararı gazeteci Tuncay Özkan aleyhine eski İçişleri Bakanı Saddettin Tantan'a “görevinden dolayı basın yolu ile adiyen tahkir” suçundan açılan dava sürecinde verdi.

Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Özkan'ın beraatine karar verdikten sonra, hüküm, katılan (şikayetçi) Tantan vekilleri tarafından temyiz edilince dosya Yargıtay 4. Ceza Dairesine gitti. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Özkan'ın dava konusu yazı dizisinde Tantan'ı ”görevinden dolayı küçük düşürücü değer yargıları içerdiği ve eleştiri sınırlarını aşarak kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu gözetilmeden” yetersiz gerekçeyle beraat kararı verildiğine işaret ederek, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 4. Ceza Dairesinin bu kararına itiraz ederek, yerel mahkemenin beraat kararının onanmasını istedi. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Başsavcılığın itirazını kabul ederek, 4. Ceza Dairesi'nin bozma kararını kaldırdı ve yerel mahkemenin beraat kararını oy çokluğu ile onadı.

Genel Kurulun kararında, 20-21-22 ve 23 Nisan 2001'de Milliyet Gazetesi'nde dönemin İstanbul Valisi ile İstanbul Emniyet Müdürü arasında baş gösteren anlaşmazlıkları öğrenen ve Vali'nin dönemin İçişleri Bakanı'na yazdığı yazıya ulaşan Özkan'ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde “Rüşvet Yolsuzlukla Mücadele Büro Amirliği” adıyla kurulmak istenen yeni yapılanmanın yazılarında eleştirdiği kaydedildi.

“YAZI BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİ”

Yazı dizisinin bütünün değerlendirme dışı bırakarak, içerisinden bazı sözcükler tek tek alınmak ve bu sözcüklere olumsuz anlamları açısından bakılmak suretiyle sonucu varılamayacağı belirtilen kararda, basın özgürlüğüne yönelik şu tespitlere yer verildi:
“Yargılama konusu haber ve yorum metinlerindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Esasen, eleştirinin sert bir uslupla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir.

Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler 'polemik' niteliğinde olsa da nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez. Kaldı ki, kamu görevinde bulunan veya talip olanların, diğerlerine oranla daha sert eleştirilere muhatap olması da doğal karşılanmalıdır.

Somut olayda, haber ve yorumların kaynağı, yapılma nedeni, açıklama yapan ve hakkında açıklama yapılanların toplumdaki konumları, tüm yazıların içeriği dikkate alındığında, sanığın siyasi bir kişilik olan katılanın görevinden kaynaklanan uygulamalarını 4 gün boyunca devam eden yazı dizisinde, polemik yaratan ve rahatsız eden bir üslupla sorgulayıp, sert, ağır ve çarpıcı biçimde kamuoyunun bilgisine sunduğu, ancak eylemin katılanı görevinden dolayı aşağılama, küçültme boyutuna ulaşmadığı anlaşılmaktadır.”

22 Ağustos 2006

09 Ocak, 2006

SEZER'DEN HUKUK DERSİ: 15 YENİ ÜNİVERSİTEYE VETO

T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI
SAYI : B.01.0.KKB.01-18/A-2-2006-23 09 / 01 / 2006
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
İLGİ: 02.01.2006 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-17175/44499 sayılı yazınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 30.12.2005 gününde kabul edilen 5447 sayılı "Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir.İncelenen Yasa'nın geçici 1. maddesinde,"Bu Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörleri iki yıl için, Milli Eğitim Bakanı ve Başbakanın önereceği üç isim arasından Cumhurbaşkanınca atanır."düzenlemesine yer verilmiştir.Düzenlemede, yeni kurulacak üniversitelerin kurucu rektörlerinin Milli Eğitim Bakanı ve Başbakanın önereceği üç isim arasından atanması öngörülmektedir.Anayasa'nın 130. maddesinin altıncı fıkrasında, yasada belirlenecek yöntem ve ilkelere göre, rektörlerin Cumhurbaşkanı'nca seçileceği belirtilmiş; 104. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin son alt bendinde de, rektörleri seçmek Cumhurbaşkanı'nın yürütme alanına ilişkin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.Bu kurallarda rektör adaylarının nasıl önerileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığına göre, bu düzenlemenin yasayla yapılacağı açıktır.Ancak, yasayla yapılacak düzenlemenin, diğer ilgili anayasal kuralların özüne ve kamu hizmetinin gereklerine uygun olması gerekmektedir.Anayasa'nın 130. maddesinin birinci fıkrasında, üniversitelerin,-Çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan düzen içinde ulusun ve ülkenin gereksinimine uygun insangücü yetiştirmesi amacı ile eğitim, öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere,-Kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olacak, öğrenim ve öğretimin bu özgürlük ve güvence içinde yürütülmesini sağlayacak biçimde,yasayla kurulacağı belirtilmiştir.130. madde gerekçesinde de, yasaya bırakılan konuların "bilimsel özerklik" ilkesi gözönünde bulundurularak düzenlenmesi gerektiği vurgulanmıştır.Anayasa'da yer verilen kurucu öğeler, aynı zamanda üniversitelerin görev alanını belirlemekte, işlevini ortaya koymaktadır.Üniversitelerin bu görev ve işlevinin niteliği, bilimsel ve akademik çalışma ve etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle, her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve bilimsel saygınlıklarının korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.Çünkü, üniversiteler akademik nitelikleri nedeniyle tüm çalışmalarında bilimsel ölçütleri gözönünde bulundurmak, nesnel ve yansız olmak zorundadır. Bunu sağlamanın yolu ise, yükseköğretim dışı kurumların, özellikle siyasal erkin, yönetimin herhangi bir evresinden başlayarak bilimsel çalışmaları etkileyecek tüm aşamalardan uzak durmasından geçmektedir.Anayasa koyucunun üniversiteleri bilimsel özerklik ve kamu tüzelkişiliği ile donatması, yükseköğrenime verilen önem ve değerin sonucudur.Gerek bu önem ve değer, gerek rektör seçimi yetkisinin Cumhurbaşkanı'na verilmiş olması, üniversitelerin bilimsel özerkliklerinin yönetsel özerkliği de içerdiğini anlatmaktadır.Çünkü, bilimsel özerklik, belirli sınırlar içinde serbestçe karar alıp, bu kararları uygulayabilmeyi; başka bir deyişle, verilen görev alanı içinde kalmak koşuluyla, üniversite dışı yönetsel birimlerin ve siyasal erkin karışması olmadan, işleyişini kendisinin yönlendirebilmesini gerektirmektedir. Başka bir deyişle, bilimsel özerklik yönetsel özerkliği de içermektedir. Yönetsel özerklikle bilimsel özerklik birbirini tamamlamakta, yönetsel özerklik olmadan bilimsel özerklikten sözedilmesi anlamsız kalmaktadır.Bu niteliği ile bilimsel ve yönetsel özerklik, üniversite yönetiminin karar alma sürecinde herhangi bir baskı, telkin ya da tavsiye ile etki altına alınmalarını önleyerek, yansız görev yapabilmelerini sağlamakta ve onlara görevlerini yürütebilecekleri bir hukuksal güven ortamı yaratmaktadır.Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, hukuk güvenliğinin ve adaletin sağlanmasına yönelik hukuk anlayışını yansıtmaktadır.Hukuk güvenliği ve adalet kavramları ile istikrar ve özerklik arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Hukuk güvenliği ve adalet, çağdaş kamu yönetimi anlayışında, istikrar olgusunun temelini oluşturmaktadır.Hukuk güvenliği, kamu görevlileri yönünden önemli bir güvencedir. Bir anayasal kurumun seçilip atanmış üyeleri sözkonusu olduğunda bu güvence daha da önem kazanmaktadır. Bu güvence, yükseköğretimde çok önemli işleve sahip rektörlerin seçilme evresinde siyasal iktidarın karışmasına engel oluşturmaktadır.Öte yandan, Anayasa'nın 131. maddesinin birinci fıkrasında, üniversite öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerini yönlendirmek, üniversitelerin yasada belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını ve geliştirilmesini, üniversitelere ayrılan kaynakların etkili biçimde kullanılmasını sağlamak amacı ile bir Yükseköğretim Kurulu kurulacağı belirtilmiştir.Anayasa'nın 131. maddesinde yer verilen Yükseköğretim Kurulu'nun kuruluş öğeleri, aynı zamanda Kurul'un görev ve yetki alanını da belirlemekte ve yükseköğretimin planlanması, düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi ile eğitim, öğretim, bilimsel etkinliklerin yönlendirilmesi Yükseköğretim Kurulu'nun görev ve yetki alanına girmektedir. Bu alan, üniversiteleri yönetecek, eğitim ve öğretimi sürdürecek, bilimsel araştırmaları yönlendirecek yönetimin oluşturulmasını da kapsamaktadır.Yukarıda yer verilen anayasal kurallar ve yapılan açıklamalar eğitim ve öğretimde olduğu kadar yükseköğretim kurumlarının yönetim organlarının belirlenmesinde de görev ve yetkinin Yükseköğretim Kurulu'nda olması gerektiğini göstermektedir.Nitekim, bu gerekçelerden hareketle, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın 13. maddesi ile, rektör adaylarını belirleyip önerme yetkisi Yükseköğretim Kurulu'na verilmiştir.Bu nedenle, incelenen Yasa'nın geçici 1. maddesinde, yeni kurulan üniversitelerde kurucu rektör adaylarının Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan'ca belirlenmesinin öngörülmesi, üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerklikleriyle, Yükseköğretim Kurulu'nun Anayasa'da belirlenen görev ve yetkileriyle bağdaşmamakta, hizmetin gereğine ve kamu yararına uygun düşmemektedir.Kuşkusuz, kurucu rektör adaylarının belirlenmesinde, önceki yasalarda benzer düzenlemelerin yapılmış olması, incelenen Yasa'nın geçici 1. maddesinin hukuka ve Anayasa'ya uygunluğunu göstermemektedir.Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5447 sayılı "Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun", geçici 1. maddesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa'nın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet Necdet SEZER
CUMHURBAŞKANI

19 Kasım, 2005

BİR HUKUKSAL MEKTUP

AKADEMİSYENLERİN İZİNLERİ BÖLÜMLERİN İŞİDİR...

VistilefHukuk'un Notu: Aşağıda Prof. Dr. Mustafa Altıntaş'ın, Prof. Dr. Veysel Batmaz'a gönderdiği iletiyi sunuyoruz. Bazı yerlerini (...) ile göstererek kısalttık; bazı yerlerde de [köşeli parantez] kullanarak kendi görüşlerimizi ve orijinal metinde olmayan kelimeleri yazdık. Daha da açıklık olsun diye... Metindeki imla ise düzeltebildiğimiz oranda düzeltilmiştir, encoding sorunları yüzünden bazı kelimeler Prof. Dr. Mustafa Altıntaş'ın yazdığı gibidir.


-----Original Message-----
From: maltintas@gazi.edu.tr [mailto:maltintas@gazi.edu.tr]
Sent: 14 Kasm 2005 Pazartesi 17:41
To: veysel.batmaz@gmail.com

Sayın Batmaz,

"VistilefHukuk" adlı sitede yer alan ve sizin meslekteki, [yöneticileriniz] (...) ile yasadığınız serüveni öğrenme olanağı buldum. (...) Elinize saglık. (...) Egitim-Sen tarafindan yayımlanms olan YÖK ve Hukuk adlı yapıtımda sizin yasadıklarınıza ilişkin kimi yargı kararlarn örneklemiştim. 600 sayfayı aşan bu yaptta (...) yargı kararları ile mahkum edilmis olan cok sayıda işlemleri var. (...) Yazdıklarınızın meslektaşlarımızın haklarinin bilincine varmalarina, idarecilerin görev sınırlarını kavramalarına yardımcı olmasını diliyorum. Keşke okusalar da bu dogrulari öğrenseler. Benim düşüncem, üniversitelerin okur-yazar olma özürlüsü olduklarından, hak,yetki ve sorumluluklarını kavrayamadıklarıdır.

Ben Gazi Universitesi İBF İktisat Bölüm Başkanıyım. Bolum Başkanı olarak görev ve yetki alanım konusunda dekanla savaşım icerisindeyim.Rektor denenler universiteyi, dekan denenler fakulteyi, bolum baskan denenler bolumu, kendi mulkleri, buralarda gorev yapanlar ise, ırgatlar olarak algılıyorlar. Oysa ki, İdareciler, kurumun ve kurum gorevlilerinin hizmetkarları gorevini ustlenmis kimselerdir. Bu algılama eksikliginden olacak, kurumu ve kurum calısanların daha etkin, uretken kılma kosullarını yaratacakları yerde, onları uretimden ve yaraticiliktan kopartacak saçmaliklarla mesgul etmeyi yegliyorlar. Bunun da nedeni, bu gorev yerini eline geçirenlerin, secim sistemi ile grev almamalarinin ve projeye dayali bir yarismaya konu olmamalarinin onemli katkisi bulunmakta. [Bu konuda Prof. Altıntaş ile aynı kanıda değiliz; üniversitelerde seçim değil atama yönteminin, Rektörlük dahil, daha verimli olacağını düşünüyoruz] Gerçi, ozgur olmayanlarin yaptiklar secime de fazla guven duymamız oldukca zor. Köleler ile demokratik yönetimi olusturmak mumkun degil. Onlar denetim ve buyruklarnda olan kelle sayısına önem veriyorlar. Bu nedenle, rektorler dekanları, dekanlar Bolum Baskanlarını, Bolum Baskanlar ise ögretim elemanlarini kendilerinin islerini goren, buyruklarini sorgusuz-sualsiz yerine getiren sekreter olarak algilamak anlayisindalar. Okur-yazar olmadiklarindan ve anlama ozurlu olduklarindan hukuksal metinleri bile anlayamiyorlar. Bunu sizin [Veysel Batmaz’ın] yazdiklarinizdan cikarmak mumkun. Bu metinler ortada, bu metinleri kendilerine aktaran ve yorumlayan sizin yazdıklarınız ortada iken, halen öğretim elemanlarini kullari olarak gormekten kurtulamamalari, yukaridaki
yargimin kaniti. Ancak bu savasimimiz epeyce mesafe almamiza katkida bulundu. YOK Sisteminin geriletilmesi, baski halkalarinin gevsetilmesinde sizlerin ve oteki arkadaslarimizin emeklerinin sonuclardır. Ornegin ben, Bolum Baskani olarak izinleri Bolum duzeyinde sonuclandrmayı başardım. Bunda bile zorlandim. Yasal hukumlerin uygulanmasina Bolum ogretim elemanlari bile inanmak istemediler. İzin [almak] yerine, gittikleri yer konusunda bildirimlerde bulunmalarini istedigimde, sakınım gostererek, yine izin dilekcesi vermekden vazgecmediler. Yeni yeni anlamaya basladilar. İzinleri ve bölüm içi alanlara iliskin duzenlemeleri artik dekanliğa iletmiyoruz. Dekanin öğretim elemanlarına karisimini ve denetimini olabildigi olcüde minimize ettim, yasaya dayanarak. Çünkü yasa öyle diyor. Haberleri bile yok. Ancak,bu insanlari kendi yetki ve gorev alanlarina tikmak ve geriletmek zorlu bir ugraş vermeyi gerektiriyor. Katkı olabilir dusuncesi ile, yillik izin konusundaki kural ve bunun tarafimdan uygulanmasi konusunu
aktarmak istiyorum:

Bilindigi gibi, 2547 Sayili Yasanin 64.maddesi "izinler" basligini tasimaktadir. Bu maddeye gore; "ogretim elemanlari yillik izinlerini, normal olarak, ogrenime ara verilen zamanlarda kullanirlar" Bu maddeye gore, akademik takvim, ogretim elemanlarinin yillik izinlerini belirleyen temel takvim olmaktadır. Devamli statude gorev yapan ogretim elemanlari, sizin de cok hakli olarak belirttiginiz gibi, butun çalışmalarını üniversitede degil, “universite ile ilgili calismalara” hasretmekten sorumludurlar (Md.36/a-1) Universite ile ilgili calismalar ise, 22 nci maddede sayilmiştir. Bu calimalarin mekana bagli olarak yapilmasi gerekmedigi gibi, mumkun de değildir. Üniversite mekanina bagli olarak yapilabilecek calimalar, ders verme ile ogrencilere yonelik olarak yapilmasi gereken ve onceden belirli bir takvime baglanan danismanlik hizmetleridir. Fakülte odalarina kapanarak, üniversite ile ilgili calismalari yurutebilmenin olanagı mumkun degildir. Üniversite ile ilgili calismalar arazide, kutuphanede, laboratuvarda, deney ciftliklerinde, yani karada-havada ve denizde, gece-gunduz surdurulebilir calismalardir. Ogretim uyesinin calisma odasina tikilmasi ve 09.00-17.00 saatlerine sikistirilmasi, yasa ile yapilmasi gereken üniversite ile ilgili calismalarin engellenmesinden baska anlam tasimaz. Ogretim elemanlarini odalara ve 09.00-17.00 saatlerine kapatma girisimleri, ogretim elemanlarinin calismalarinin engellenmesi sonucunu dogurur ve yapanlari sorumlu duruma dusurur. Dediginiz gibi, dagda-bayirda, gece-gunduz saatlerinde, düşünde bile ogretim elemanlari üniversite ile ilgili calismalarini surdurmektedir. Sınav kagtlarinin, seminer odevlerinin, jüri uyesi olarak aday doslarinin incelenmesinin, ille de niversite odalarinde ve tapu memurlari için zorunlu olan 09.00-17.00 saatleri arasinda yapilmasi mumkun degildir. Cunku bizim urettigimizin musterisi, gercek yada tuzel kisi olarak, bize basvurma durumunda olan kimseler degildir. Universite ogretim uyeleri, calismalarini somut kisiler yada topluluklar icin degil, bugun yada gelecekte yasayan/yasayacak soyut kisiler/topluluklar icin, onlar yararlansinlar diye ortaya koymaya calisirlar. Bazen urettiklerinin, bu cagda kullanilmasi bile mumkun olmayabilir. Bu nedenle ogretim elemanlari, izinlerinde bile, oteki kamu gorevlilerinin icinde bulunduklari, isleri ile tum iliskilerini kopartamazlar, ozgur olamazlar. Onlar, surekli olarak üniversite ile ilgili calismalarini bu sure icinde de surdururler. Bunun sonucu olarak ogretim elemanlari, yasamlarinin hic bir doneminde, tam anlami ile yillik izin yapamazlar, saat 17.00'den sonra da kendilerini dinlenmeye alamazlar, uretimden kendilerini kopartamazlar.. Alanlari ile ilgili olarak surekli olarak gozlem yaparlar, iliskiler gelistirirler, meslektaslari ile gorusurler, toplantlara, konferanslara, seminerlere, sempozyumlara katilirlar, internetin basinda alanlari ile ilgili calismalari izler, telefon yada internet uzerinden konferans verebilirler, aciklamalarda bulunabilirler, konferanslari izleyebilirler. Yani, ogretim elemani, her zaman,gunde 24 saat, sizin [Veysel Batmaz’ın] yaptiginiz gibi 60 saat surekli olarak meslekleri ile ilgili olmak durumundadirlar ve boyledirler de! Bu nedenle, akademik takvim sona erip, dersler kesildikten, sinavlar yapildiktan ve sinav sonuclari teslim edildikten sonra, ogretim elemanlarinin mekan ile baglanti nedenleri ortadan kalkmis olur ve ogretim elemanlari, ders verme ve danismanlik disi gorevlerini yapabilmek icin kendilerini rahatlamis, serbest kalmis varsayarlar, varsaymalidirlar ve sahaya cikmalari gerekir. Ogretim elemanlarinin yillik izinleri, 657 Sayılı DMY ile belirlenen sure ile, yani 15,30,45 gun gibi, belirli gun sayisi ile de sinirli degildir. Yaz okulunda yada hastane, döner sermaye işletmelerinde ustlendikleri grevleri yoksa, fakültedeki odalarina tikilmalarinin, orada kendileri hapsetmelerinin toplumsal, kurumsal ve bireysel bir getirisi soz konusu olamayacaktir. Tam tersine, gorevlerini yapmamak icin, bu odalara kendilerini hapsetmis olacaklardir. Dekan yada Bolum Baskanlari, tutukevi, hapisevi gardiyanlari degildir. Onlarin tek gorevi, ogretim elemanlarini, universite ile ilgili calismalarlarini yapabilmelerine olanak tanimak ve kimi araclari onlara saglamaktir. Bunun icin, kamusal kaynaklari,gerek yurtici ve gerekse yurtdisi calismalari gercekletirmeleri icin, onlarin hizmetine sunmaktir. Oysa ki, kamusal kaynaklar, yolluk ve yevmiyeler, tumu ile rektör,dekan ve yönetimin sadik kullari arasinda hicbir uretim kaygisi ve sorumlulugu tasimaksizin, aralarinda üleşilir. Ogretim elemanlarinin, akademik takvim baslangici ve bitisi disindaki donemler icin,dekandan izin almalari bile gerekmez. Cunku, yillik izinleri, akademik takvimin bitisi ile baslangici arasindaki suredir. Yargi organi mensuplarinin, ogretmenlerin yillik izin kullanmalari da, yargi yilinin bitisi ile baslangici, ogretmenlerin ders yilinin bitisi ve baslangici arasindaki gunlerde gecerlidir. Yargi mensuplari ve ogretmenler, bu sure icin izin isteminde bile bulunmazlar. İzin konusunda bagimli olanlar, rektor, dekan, bolum baskani, enstitu ve yuksekokul mudurleridir. [Bu konuda da Prof. Altıntaş’a katılmıyoruz; bu görevde olanlar da izinlerini akademik olarak kullanırlar, yani otoriteden bağımsız olmak bunların da görevidir.] Yasa bunlarin YOK Baskanindan, rektorden,dekandan izin almasini zorunlu kilmis bulunmaktadir. [Yasanın bu maddelerine uymakla birlikte, yasanın bu maddelerine karşıyız.] Cunku, gorevlerinin gereginin yerine getirilmesi, belirli bir
mekanda, makamlarinda bulunmasini gerektirmektedir. Ogretim elemanlarinin, akademik takvim disinda bulunacaklari yer ile iletisim aracini belirten bir bildirimde bulunmalari yeterli olmalidir.

Ogretim elemanlar yalnzca oteki izinlerinde (hastalik, mazeret) 657 Sayili DMYhukumlerine gore, yine Bolum Baskanindan izin kullanabilir. Saglik raporunun geregi icin, gorev yeri dışında bulunmalari icin izin falan almalari da gerekmez. Bu yasal hukumleri anlamayan, anlamak istemeyenler, ne yazik ki bizden, meslektalarimizdan olan kimselerdir. Ancak, emir-komuta zinciri icinde gorev yapma aliskanligina kendilerini kaptiranlar, kendi ezilmişliklerini, efendilerinin kendilerine karsi sergilediklerini, kendi astlari olarak algiladiklari uzerinde sergilemek girisiminde bulunmaktadirlar. Koleler, kole kabul ettiklerini ezerler, onlarin onurlari ile oynarlar. Bu bir hinc almak,bir eziklikten kurtulma aracidir. Universite ogretim elemanlari arasindaki iliski, "ast-üst", "amir-memur" iliskisi degildir. Bir meslektaslar toplulugudur, ogretim elemanlari. Ogrenciler de meslektas adaylaridir. Bunlar birlikte uretim yaparlar. Aralarindaki tek fark, akademik unvan farkliligidir. Bu fark ise, zaman icinde ortadan kalkmakta, profesorluk asamasinda tum unvanlar esitlenmektedir. Bu nedenle universitelerde yonetici, esitler arasindaki iliskiyi gerektirir. Rektor, dekan, bulum baskani, esitler arasinda birinciler olarak tanimlanirlar. Bizim meslektalarimiz da okur-yazar olmadiklarindan, kendilerinin hukuklarn bilmediklerinden, öğrenmek de istemediklerinden, efendilerinin buyruklarına uymayi yasam bicimine burundurmus bulunmaktadirlar. Adam olsalar, konumlarini algilayabilseler, yasadigimiz bu carpikliklar ortaya cikmaz ve bu uygulamaya karsi cikanlar azinlikta kalmazlar. Son soz, efendiyi koleler yaratır.

Esenlikler dilerim.

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş

04 Kasım, 2005

HUKUK ve BİLİM YUVASI OLUYORUZ

BAYRAM HEDİYESİ:
HUKUK GERİ GELİYOR...

Ceberrutların hukuksuzluğu, bir bir adaletin duvarına çarpıyor. Aşağıdaki haberi okumadan önce, konunun bizim Okul ile ilişkisini vurgulayalım:

Biliyorsunuz Dekan, bizzat kendisinin hiç kimseye sormadan Araştırma Görevlisi olarak işe aldığı ve sonradan hiç sormadan Veysel Batmaz’a asistan atadığı Serdar Taşçı’ya son bir yıldır devamlı soruşturmalar açıyor ve Disiplin Kurulu’nda Veysel Batmaz’ın karşı oyuna rağmen cezalandırıyor ve bu cezaların hepsi Rektörlükten geri dönüyor. Bunların sayısı şimdilik 3-4’e ulaşmış durumda.

Serdar Taşçı da soruşturma konularını Vistilef’e taşıyarak herkesi konudan haberdar ediyor: Bu soruşturmaların hukuksuz olması konusunda Serdar Taşçı’nın üç argümanı var: (1) Soruşturmalar husumet sonucu açılıyor; ortada “suç” yok; (2) Soruşturmayı açan ile ceza verenler ve soruşturmacılar aynı kişiler; bu hukuksuz; (3) Soruşturmaların savunma hakkını ihlal eden “usûl” hususları var.

Bu üç argümanı da Ankara 5. İdare Mahkemesi artık HUKUK normu haline getirmiştir. (1) Hiç kimseye husumet ile soruşturma açılamayacaktır; (2) savunma hakkı usûlen de olsa bozulamayacaktır ve en önemlisi de (3) soruşturmayı açan (Dekan) soruşturmacılar (Disiplin Kurulu üyeleri; Murat Özgen, Aydemir Okay, vd.) ve Disiplin Kurulu (Dekan ve soruşturmacılar) aynı kişilerden oluşamayacaktır. Buradan uyarıyoruz. Artık herkes HUKUK içine girsin; girmezlerse SOKMASINI biliriz. Bizim de “kanunlarımız” var.

İşte haber:

(aa) Bir memur hakkında verilen kınama cezasını iptal eden Ankara 5. İdare Mahkemesi, disiplin amirleri tarafından verilen uyarı ve kınama gibi cezalara yargı yolunun kapalı olmasının insan hakları ve Anayasa’ya aykırı olduğu hükmüne vardı. Bir matematik öğretmeninin yaptığı başvuruyu karara bağlayan Ankara 5. İdare Mahkemesi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre kınama cezasına yönelik itirazlara yargı yolunun kapalı olmasını ve itirazların sadece disiplin amirleri ve disiplin kurullarına yapılabilmesini adil yargılama hakkına aykırı buldu. Mahkemenin kararında, soruşturmayı açan ve cezayı veren makamın aynı olmasının, savunma hakkını engellediği belirtildi. Kararda, hak arama özgürlüğünün “uluslarası sözlemeleri iç hukuk kuralları önünde tutan” Anayasanın 90. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği de vurgulandı. Mahkeme, kınama cezasının bu gerekçelerle hukuka uygun olmadığı kanaatine vararak cezanın iptaline karar verdi. Binlerce devlet memuru için de örnek teşkil edebilecek karar uyarınca, disiplin cezası alan memurlar işlemin iptali ve yürürlüğünün durdurulması için idari yargı yoluna başvurabilecek. 3Kasım 2005